22 Nisan 2016 Cuma

Altı Çizili Cümleler - Çi





   Merhabalar dostlar..
İlk kitap yorumumu Fi ile yapmıştım. Daha öncede söylediğim gibi ben kitap eleştirmeni ya da yorumcusu değilim. Sadece okuduğum kitaplarda beni etkileyen altını çizdiğim cümleleri sizlerle paylaşıyorum ki cümlelerde bir tanesi bile sizin ilginizi çekerse kendinizi kitaba yakın hissederseniz alın okuyun diye. Tabi ufak tefek kendi yorumlarımı da katıyorum e olsun o kadar değil mi :)

   İkinci kitap biraz daha hızlı akıyor. İlk kitap gibi etki oluşturmadı üzerimde. Birinci kitabı üçüncü kitaba bağlayan bir geçiş kitabı niteliğinde olduğunu düşünüyorum. Fark edilir bir bağımsızlık yok. Ben kendim spoiler almayı çok sevdiğim için size de bir spoiler vereyim. Kitapta Duru'nun Can'ı terk etmesi bir devrim niteliği taşıyor ve Can bu durumu hazmedemiyor bir süre. Ciddi anlamda böylesi bir takıntıya acığımı da söylemeden geçemeyeceğim. Duru'nun adına ben sıkıldım bunaldım bu baskıdan o derece yani.

   Ama kitaba damgasını vuran Can Manay ve Bilge'nin birbiriyle olduğunun sinyalerini veren son sayfaları bana en heyecan katan kısımlarıydı. Tabiki bu spoiler biraz da üçüncü kitaptan edindiğim bilgiler doğrultusunda söylediğim şeyler. Yoksa ikinci kitapta böyle bir şey çıtlatılıyor ama net bir bilgi de yok. Şimdi gelelim hangi cümlelerin altını çizdiğime:


İYİ BİR HİKAYE ASIL BİTTİĞİNDE BAŞLAR.


"Artık, ancak acının içinde var olabilen biriydi o. Ruhu ağrıyordu."

"Hissedilen çaresizliğin ruhu parçalayan bir umutsuzluğa dönüşmesi var olan tüm anlamları yok ederken damarlarındaki kan acıyla beslenmeye başlamıştı."

"Anlamsızlık bedeninden taşıp tüm algısını doldurduğunda artık o sadece bir posaydı."

"Ama aslında giden değildi terk eden, kalandı."

"Samimiyet. İki kişinin paylaşabileceği en muhteşem, en rahatlatıcı ve en tahrik edici duygu..."

"İnsanlık artık birbirini sevdiği, istediği için değil, birbirine sığındığı için birlikteydi, lanetlenmişler gibi."

"Asıl önemli olan darbe almak değil, alınan darbeye rağmen hep ayağa kalkabilmekti."

"Toplum tarafından kabul gören tek deliliktir aşk. Deliriyorum sana."

"Kaç tane erkek vardı böyle? Böylesine cesaretli, böylesine ne istediğinden emin, böylesine erkek..."

"... Sevgisiyle öldürdüğünün farkında olmak istemeyen bir koruyucu gibiydi."

"Duygularınızın sizi ele geçirmesine izin vermediğiniz kadar insansınız! Öfke, nefret, kıskançlık, hayal kırıklığı... Bu duyguların kontrolü ele geçirip hemen bir davranışa dönüşmesini engelleyebiliyorsanız gelişirsiniz."

"...her gece yorgunluktan yığılıp kalmasa kendini toplayamazdı Deniz. İçini dağlayan ihanetin acısında kaybolur ve kendini bulamazdı. Geriye bakmadan, günbegün çalışarak varabilmişti bu noktaya. Geçmişin hiçbir anlamı yoktu artık, geriye bakmadığı sürece."

"...yeter ki kıvılcım olabilme cesaretimiz olsun, alevler gelir."

"Bireye, yoğun şefkat hissettiği kişi tarafından uygulanan şiddet sevgiyle kodlanır ve bu kod bilinçaltında ya sadist ya da mazoşist eğilimlerin tohumlarına dönüşürdü. Annesi tarafında bu kadar sevilirken birincil ihtiyacı olan yemek yemede anne şiddetine maruz kalan bir çocuğun, diğer birincil ihtiyaçlarında da şiddet arayışına girmesi kadar doğal ne olabilirdi ki!"

"Hiç benim olmadı ki kaybedeyim."

"Altında ezilmen için değil, gerekli olduğu kadarını alıp renklenmen için yaşıyorsun."

"Okuduğun her kitap, toplamda sadece 29 harfin kombinasyonundan oluşuyor,
...
ama aynı değiliz, çünkü deneyimlediklerimiz farklı."

"Önyargıyla düşünmek yerine, sevgiyle kabullenmek gerekir."

"Bu kızın ehlileştirilemez özgünlüğü, bu özgünlüğün hayat bulduğu özgürlüğüydü Sadık'ın en çok ilgisini çeken."

"Hayat ne tuhaftı, bize zarar veren şeyler, aynı zamanda huzur bulduğumuz tek şey olabiliyordu..."

"Bir kadının yeteneğine giden yol yatağından geçerdi."

"O gece kendini kandırmanın hafifliğini öğrendi, kendine yalan söyleyerek mutlu olmanın kolaylığında kaybolan herkes gibi."

"Kendinden nefret eden bir kadın, en çok yakınındaki erkek için tehlikeliydi."

"Sapıksın sen! Aşkınsa benim lanetim!"

"...hedef, malın yarattığı etki değil, hissettirdiği şeydir.
...
Satılamazı satabildiğin bir sistem bu."

"Fare kapanında daima beleş peynir vardır."

"Hayat sadece bir an. Ya efendisi olursun ya da kölesi."

"Çaresizliğin zehri sanki sadece ağlayınca akıyordu bedenden."

"Genç bir kadına kendini çirkin ve istenmez hissettirmek, erkeği baştan çıkaramadığını ona yüklemek olası dedikoduları engellerdi."

"En değerlisini kaybetmenin cehenneminde Can, en değerlisini kaybetmenin özgürlüğünde Deniz, sessizce birbirlerine baktılar."




BU HİKAYE BURADA BİTECEK 
ve 
SEN BAŞLAYACAKSIN...

Pİ ÇOK YAKINDA...









19 Nisan 2016 Salı

Salıyı Sallayan Blog #6





   Merhabalar Dostlar..
   Haftanın bloğu yazıma hoşgeldiniz. Geçen hafta seçildiğim için kendimi seçmiştim :) Ehhff.. Buralar enaniyet koktu yiine :)
   Bu hafta tanıtacağım blog, blog camiamızın sevgili Poşeti :)
Hoşgeldin BiPoşetKitap el salla tatlım :)
Blog dünyasında yaptığı kitap alışverişleri ile meşhurdur. Galon galon kitap alıyor üstüne bir de bunları öğrenci haliyle okuyor :) Hem ders çalışıyor hemde bu kitapları bizlerle paylaşıyor.

   Ben BiPoşetKitabı ilk tanıdığımda blog dünyasına aynı zamanda adım atmıştık. Beni etkileyen şey ise BiPoşetKitap'ın puanlama sistemi ile alakalı girdiği bir yazı olmuştu. O kadar düzenli, o kadar sistematik geldi ki çok hoşuma gitmişti. O gün bu gündür takip ederim kendisini. Kitabın kapağından, kitap isminin kitapla uyumuna kadar inceleyen bir puanlama sistemi var.
   Kitaplarla ilgili her detaya ulaşabileceğiniz güzel bir blog arayışındaysanız eğer BiPoşetKitap'ı takip etmelisiniz mutlaka..















13 Nisan 2016 Çarşamba

Altı Çizili Cümleler - Fi


  



   Merhabalar Sevgili Dostlar..
Dertler, kederler bilirsiniz benimle anılmaya başladı artık :) Biliyorsunuz ciddi anlamda okuyamama hastalığı vardı üzerimde. Bunu da 6 ay boyunca elimde dolanan Fi anlatıyor zaten, atalandı, okunulmaya çalışıldı okunamadı. Sonra benim zamansız komşuluk yaptığım çok sevdiğim komşularım var burada yazısını yazmıştım. Tabi komşu kızı benden kitap isteyince bende dedim 'Aman aman al bunu oku iyice atalandı elimde.' Fi'yi okuyup bitirdi birkaç güne ve geldi benden Çi'yi aldı. Kendi kendime hayretlere düştüm nedir  bu kitabı bu adar akıcı yapan ya ben sevmedim nedense. Normalde olsa kendim okumadığım kitabı bir başkasına asla vermem ama okuyamama hastalığı böyle birşey olsa gerek. Tüm hayattan bezmişliğimle 'Al' dedim 'O kitapların hepsi hiç okunmadı taze taze kitap, al oku hepsini aldığıma da pişman oldum zaten' dedim. Tabi bizim komşu kızı Çi'yi bitirdi geldi bir günde. Geçmiş Pi'yi soruyor ama bende Pi yok 'Başkasından al onu da, bende yok abliş.' dedim. Gitmiş D&R'dan Pi'yi de satın almış okuduktan sonra bana hediye edecekmiş :) Deli danalar gibi sevindim :)
Bir kitap hediye almaktan daha mükemmel ne olabilir ki hayatta :)
Tabi bu gazla 'Bende okuyacağım yiaa' diyerek saldırdım Fi'ye ve Fi bitti. Çi'nin de sonundayım onunda alıntıları yakında gelecek.

Ama öncelikle şunu söylemeliyim ki ben kitap eleştirmeni değilim. Yorumcusu da değilim. Sadece paylaşımcıyım. Eğer kaliteli eleştiriler yada yorumlar okumak isterseniz yazımın sonunda paylaşacağım üç blogger arkadaşımın bloglarına mutlaka bakmalısınız.

Gelelim ben bu kitapla ilgili ne düşünüyorum. Kitap küçük yaşta olanların merak etmemesi gereken bana sorarsanız +18 hatta +21 yaş üzeri falan olabilir. Müstehcen sahneleri fazla. Bu konu üzerinde titizlikle çalışmışlar. Ben bu sebeple kitabın kişiye çok edebi bir değer kattığını düşünmüyorum. Evet olay örgüsü ve karakter analizleri çok iyi. Ortaya konulan her bir karakterin özgünlüğü ve detaylı bir şekilde işlenmesi, karakterler arasındaki olay örgüsünün çok hassas bir şekilde işlenerek okuyucuya hissettirilmeden yapılan geçişler çok harika ama dediğim gibi yazarın uzun ve derin cümleler kullanmış olması kitabın edebi bir katkısı olduğu anlamına gelmiyor. Kitapta benim en çok beğendiğim şey olay örgüsünün ince ince ve okuyucuya hissettirilmeden işlenmesi ve farklı işlenen karakterler oldu. Karakterlerin hepsi çok iyi bence. Bir de eğer gerçekten bir Denge Merkezi varsa bu hayatta bende gerçekten bir zengin olup gitmeyi isterdim. Kitap içerisinde aklımda kalan tek şey bu oldu oldu sanırım. Peki okumazsanız bir kaybınız olur mu diye merak ediyorsanız bence olmaz. Mutlaka okunmalı dediğim bir kitap olmadı. Ama seri şeklinde olduğu için serinin diğer kitapları üzerimde nasıl bir etki bırakır bilemediğimden şimdilik sadece tek bir kitap üzerinden ahkam kesiyorum :)

Gelelim bu kitapta hangi cümlelerin altını çizdiğime. Aslında altını çizeceğim çok cümle vardı ama genelini üşengeçlikten çizemedim.

Kitabın ilk sayfasında beni etkileyen bir cümleyle başlamak istiyorum. Sanırım deneyimlerimin verdiği iç güdü ile bu cümlenin altını çizmiş olabilirim.

"İşin sırrı doğru insandan doğru şeyi istemekti ve tabii karşılığında da fazlasını vermemek."

Kitapta Can Manay'a sorulan şu soru beni anlatıyor sanki :)
"-Size en itici gelen şey?
+Cevabı bulabileceklerini düşünmeden soru soranlar."

"Neyi, niye merak ettiğimiz, kimliğimizi oluşturuyor."

"Fark edilmiş biri tarafından fark edilmek!"

"Komik olan, etrafında onu çirkin bulan bir tek kendisi vardı."

"Kendisi olabilmek için hep takması gereken maskeleri vardı."

"Toplum tarafından yetiştirilen erkek gerçeğini görmüştü net bir şekilde. İhtirassız iktidarsızlar."

"Ben ne olduğumu biliyorum, ne kadar olabileceğimi merak ediyorum."

"Ne olduğunu bildiği halde olmadığı şeyi olmayı seçmişti."

"Yetersizlik hissi insana tuhaf şeyler yaptıran hatta tuhaf şeyleri ihtiyaç olarak algılatabilen bir histi."

"Farklıysanız her anlamda mahvolmuştunuz! İlaçlar sizde diğerlerinde çalıştıkları gibi çalışmaz, insanlar sizi koyabilecek bir kategori bulamayınca varlığınızdan rahatsız olurlardı."

"Var olma savaşı vermeden içinde uykuya dalmış karakterlerin sessizliğinde, beynindeki bilgiyi kullanarak yaşamak kolaydı."

"...Duru kapıyı açtı. Kendisini kurtarmaya çalışan 'yok edicisiyle' daha fazla savaşamayacaktı."

"Farkındalıktan yoksunluk sarmıştı her yeri."

"...birbirlerine ait olmayan ama ait olabilmek için sürekli birbirlerine adapte olmaya çalışan ve bu bitmek bilmeyen adaptasyon sürecinde birbirlerini yaralayan bir çiftti."

"Herkesin mutlu olmak için en az bir nedeni vardı ve sanki bu gezegen sadece kendisine lanetliydi."

"Umutsuzluk içine yerleşmemişti henüz ama kapıdaydı."

"Kendini bu kadar şansız hisseden birinin risk alması çok tehlikeli değil miydi?"

"...bir zekayı takdir edebilmek için zeki olmak gerekir. Bazen karşındakinin zekası, aslında kendi zekanın aynasıdır.
...
Sen savaşçı doğmuşsun Özge Hanım, doğan bu, illa savaşacaksın."

"Savaşlarını iyi seç çünkü içinde kaybolabilirsin. İyi bildiğin ve sevdiğin bir şeyin içinde kaybolmak, beceriksiz olduğun ve sıkıldığın bir şeyin içinde kaybolmaktan daha iyidir."

"Zafer bazen, kazanmak için son darbeyi vurmamak olabilir."

"...ve bir erkeği en değerli yapan şeyin kadında uyandırdığı korunma duygusu olduğunu düşündü Deniz'e gülümserken."

"...belki de hissettikleri duygular bedenlerine o kadar büyük geliyordu ki, kendi fiziksel gerçekliklerini hatırlamak için fiziksel acıya ihtiyaç duyuyorlardı."

"Kendi bedeninden değil, Murat'ın bedeninin aldığı zevkten zevk aldı Bilge, kadınlığını keşfetmemiş tüm kadınlar gibi."

"Hissettiği şeye isim koymaya çalışmaktan çok, kendisine hissedilen şeye isim koymaya çalıştı."

"...bu daha önce yapılmadığı için yapılmamış. O kadar."

"Çirkin kızları sinir etmek istediğinde yaptığı bir şeydi bu Duru'nun, makyajsız suratını bol suyla yıkayıp hala çok güzel gözükmekten daha ne ağır gelebilirdi ki bu aptal kızlara!"
(Kitapta beni en sinir eden şeylerden biri ise Duru'nun bu sığ egosu oldu.)

"Vazgeçmediğin sürece doğru seçimi yapmak için her zaman şansın vardır."

"Erkek dediğin koruyan, kapsayan olmalıydı!
...
Niye hep tek başına savaşmalıydı? Niye bu kadar yalnızdı.."
(Bu Duru gerçekten çok mu çok bencil bir karakter ya. Göz göre göre Denize ihanet etti. Göremedi nasıl sevildiğini!!)

"Seni böyle hissettiren, bana da tüm bunları yaptırabilen bir kişi daha olmayacak."

"Tapan bir erkekten daha güçlü kimse olamazdı. Tabii eğer bu şizofrenik bir saplantı değilse."

"-Ben kanayınca mı fark ediyorsun yaralandığımı!
...
Deniz elindeki kan yerine yaşadığı şoku fark edebilseydi, her şeyi anlatırdı ona."

"İçinde bir şeyler ölmüştü ve canlandırmaya çalışmak bir ölünün kalbine yumruk atarak kaburgalarını kırmak gibiydi."

"Değerliydi, kendini değerli hissediyordu bu adamın yanında, en değerli."




İYİ BİR HİKAYE ASIL BİTTİĞİNDE BAŞLAR.
Çİ İÇİN HEYECANLA BEKLEYİN...




          











Yazının Ritmi:
Model - Mey
Zakkum - Dile Kolay Kalbe Değil
Emre Aydın - Ölünmüyor
İlyas Yalçıntaş - İçimdeki Duman
Ferah Zeydan - Yanlışız Senle
Feridun Düzağaç - Kül








12 Nisan 2016 Salı

Salıyı Sallayan Blog #5 - Hoşgeldin !





   Bugünün geleceğini hiç hayal etmemiştim. Salıyı sallayacağımı düşünmeden sizlerle salladım hep bu günü. Blog aleminde bende iz bırakanları okumak ve blog yazarı arkadaşlarımı sizlerle paylaşmak benim için çok özel bir duygu oldu hep. Sevgili Cafe Tigris beni yazdığında çok şaşırdım bir an inanamadım. Kendisine çok teşekkür ediyorum beni bu şerefe bu kıdeme layık gördüğü için.

   Bir Kestane Varmış.. Bir Fiyonk Yokmuş..
Okuduğunuz gibiyim işte ben burada. Bir varım bir yokum..

   Ve sen.. Bugün buradaysan eğer hoşgeldin.. Tigris'ten görüp geldiysen hele binlerce kere hoşgeldin.. Başımın üstünde değil gönlümde yerin var bunu böyle bil ve sakın gitme..
Ben hayatım boyunca hep giden oldum. Gitmenin ne demek olduğunu iyi bilirim. Giderek kalmanın ve kalarak gitmenin ne demek olduğunu çok iyi deneyimledim.. Eğer bugün buradaysan kal sende benimle. Belli mi olur belki yüreğimizin en derininde bir yerlerde seninle aynı acıyı yaşamış belkide aynı sevinci hissetmişizdir..

   Sevgili Blog Yazarı/Okuyucu/Takipçi..
   Sevgili Dost..
   Benim dünyamı yaşayabileceğin, hissedebileceğin bu platforma hoşgeldin..
Kahve içmeyi sever misin? Ben çok severim. Günümü kahvesiz bitiremem. Mutlaka bir türk kahvesi içerim hergün.. Ama sade içerim ben kahveyi. Kahvemin yanında tatlı istemem. Çünkü bir tatlı bakış, bir hoş söz, bir samimi muhabbet, içten dostluk benim kahvemi tatlandırmak için yeterlidir.
İçtenliğin bana yeterli gelir, birlikte içtiğimiz kahvenin hatrı bir ömür devam eder..

   Ben sana karşı hep dürüst olacağım bunu bil. Yalana ve riyakarlığa tahammülüm yok. Hata da yapsam doğruyu söylerim. Hatalarımın bedelini ödemeye her zaman hazırım. Yalan söylemem. Söyleyemem. Unuturum. Yakalanırım. Bu yüzden söylediğim yalanı aklımda tutamayacağım için söylemem. Rahat biriyim. Bazen kırıcı olabilirim ama dürüst olmayı seçerim.

   Riyakarlığı sevmem. Asla ikircikli davranmam. Sevdiğimde bilir kendisini sevmediğim de. Hissettiririm saklayamam.

   Sevmeyi iyi bilirim. Ama sevilince elim ayağıma dolaşır. Ne yapacağımı bilemem. Ne diyeceğimi bilemem. Bu yüzden de birşey söyleyemem iltifat aldığımda. Kendimi nedense(!) iltifata layık görmem. Utanırım..

   Şefkati, fedakarlığı, gülüsemeyi çok severim. Sevmeyi çok severim.  Sevdiğimde gerçekten çok severim. Eğer bana yüreğinle bakabilirsen bunu o zaman görebilirsin ancak. Çünkü bağıra bağıra söyleyemem.

   Ne söylemeliyim biliyorum ama burası benim dünyam, benim evim, benim yuvam.. Sahiplenmeyi severim. Sahip olduğum şeyleri paylaşmak ağır gelir. Çok fazla sahiplenirim..

   Eğer benimle bir kahve içecek vaktin varsa beni çok mutlu edersin. Eğer kendinden birşey bulduysan bende kal burada.. Bir kahve içelim ve dertleşelim birlikte.. Sonra da amann çok üzüldük biraz da gülelim diyerek kahkalarımızla inletelim şehri..

   Hoşgeldin..
   Bloğuma hoşgeldin..
   Dünyama hoşgeldin..
   Kahvemin yanına hoşgeldin..
   Yüreğime hoşgeldin..
   İyiki geldin..







29 Mart 2016 Salı

Salıyı Sallayan Blog #4





      Merhabalar Sevgili Blogger Arkadaşlarım..

   Bildiğiniz üzere makale siparişlerim boyumu aştığından olsa gerek, kız kardeşimin nişan hazırlıklarından olsa gerek, gereksiz Ex'in bloğumu bulup yorum yapmış olmasından olsa gerek bloğuma olan ilgimde bir sorunla başbaşayım. Aktif uyku da cabası ki bunun hiçbir problemle alakası yok yani tamamen sevdiğimden :)

   Bu hafta sizlere seçmekte geç kaldığım bir bloğu anlatacağım. Dibine kadar şanslı blog arkadaşlarımızdan birisidir kendisi. Bir kere en büyük şansı evladı tabiki :) Kafiye de yapıyorum. Çünkü kendisi şiirler yazılası, sayfa sayfa anlatılası bir insan. Daha önce "Birde Benden Dinleyin" adlı blog yazımda nasıl bahsetttiysem kendisinden aynılarını buraya 'kopyala-yapıştır' yapmak lazım ki, yapmayacağım çünkü hislerim duygularım kendisine hiçbir zaman değişmiyor.

   Arkadaş sen nerden buluyorsun bu enerjiyi. Geçen hafta haftanın bloğunu paylaşmadığımda sorumluluk bilincine sahip 'DağınıK AnNe' kapımı çaldı. Ee hadi bekliyoruz ama geç kaldın diyerek beni uyardı ki biraz daha geciksem belki terlik bile fırlatabilirdi. Hemen onun sayesinde sorumluluklarımı hatırladım :)

   Tatlış mı tatlış bir Atakanımız var buralarda koşturup oynayan :) Evladından vakit bularak, hem bizi toparlayan, blog apartmanımızın annesi ki bodrum katında kalmış beni bile hatırlayarak arada soran, selam eden, dert dinleyen sevgili "DağınıK AnNe" yi haftanın bloğu seçiyorum ve sıkı sıkı sarılıyorum kendisine :)











22 Mart 2016 Salı

Salıyı Sallayan Blog #3




   Bir güzel Salı'nın başlangıcından herkese merhabalar :)
Geçen hafta hem Hafta'nın Ritmi hemde Salıyı Sallayan Blog yazı dizisinde bir takım aksamalar yaşadım ki bu durumu da geçenlerde açıklayan bir yazı yazmıştım.

   Bugün aslında seçmiş olduğum blog yazarı arkadaşıma da içten bir özür borçluyum. Kendisi o kadar duyarlı ve naif bir arkadaşımız ki ben ona karşı bir mahcubiyet yaşıyorum. Peki neden? Bu soruyu cevaplamadan önce hangi blog olduğunu belirtmeliyim ki anlatmam daha kolay olsun.


   "Vişneli Kiraz"

   Hemen hemen aynı dönemlerde başladık blog yazmaya kendisiyle ve o zamanlarda kendisi o kadar güzel bir etkinlik, bir çekiliş yapmıştı ki hayran kalmıştım kendisine. Sokak hayvanları için dışarıya koyduğumuz bir kap suyun bir lokma yemeğin resmini istemişti bizlerden. Çekilişinde ne üyelik şartı vardı ne de paylaşım. Sadece soğuk havalarla evsiz hayvanları düşünecek kadar merhametli bir yüreği olan Vişneli Kiraz'ın çekilişine ne kadar katılmak istediysem de bir resim gönderememiştim ve katılamamıştım. Bu kadar ince düşünceli bir arkadaşımızın nasıl kırılabildiğini hep düşündüm ama bir türlü de dillendiremedim çünkü çok mahcuptum.

   Geçen hafta sevgili Cafe Tigris kendisini haftanın bloğu seçince dedim ki bu hafta da ben seçmeliyim ki böyle bir insan sürekli listelerde ilk sırada gelmeli diye düşündüm.
İçi merhamet dolu, böylesi hassas bir kalbe ve vicdana sahip olan Vişneli Kiraz'a özürlerimi sunuyor, bu konuda bir yanımın hep mahcup olduğunu bilmesini istiyorum.

   Ve son olarak;
Her hafta seçilesi mutlaka takip edilesi bir blog. Mutlaka ziyaret etmelisiniz..






20 Mart 2016 Pazar

Haftanın Ritmi #3







   Herkese Mutlu Pazarlar..
Bu hafta bir anda uzaklaşıp bir anda arka arkaya yazı paylaşıyor oldum ama affınıza sığınıyorum birazcık..
   Gelelim bu hafta en çok dinlediğim efsane parçalarıma :) Bu hafta ilk sırada Sertap Erener yer almış olsa da Cem Adrian'ı listemden çıkartmam mümkün olmadı haliyle..


   1- Sertap Erener - İyileşiyorum (İlk sırada ve arka arkaya yılmadan defalarca dinledim sanırım)

   2- Sertap Erener - Unutursun
 
   3- Feridun Düzağaç - Kül

   4- Şebnem Ferah - Hoşçakal

   5- Şebnem Ferah - Sigara

   6- Zeynep Casalini - Duvar

   7- Cem Adrian - Şeker Prens ve Tuz Kral


Keyifli dinlemeler..



   Güzel Pazarlar Sizin Olsun..

19 Mart 2016 Cumartesi

Netleşmiştir..





   Bu aralar tahmin ettiğiniz gibi yine arkada depresif müziğimi açtım bu yazıyı öyle yazıyorum. Aslında biraz sonra bahsedeceğim konu ile ilgili gereken adımları atmama sebep olan yada tetikleyen demek daha doğru olacak sanırım bir olay oldu ama o olayı hazmedemediğim için hala yazıya dökmeye cesaret edemiyorum. İlerleyen zamanlarda belki inşallah biraz daha sindirdiğimde o konu hakkında da yazacağım. Şimdi sebep vermeden de olsa boşanmalarla ilgili temel birkaç unsura değinmek istiyordum.

   İnternette ne kadar araştırmış olsam da bana ayrıldığım andan itibaren neler yapacağımı detaylı bir şekilde anlatan çıkmadı.
   Hep kulaktan dolma bilgilerle ya bekledim ya sustum. Her kafadan ayrı bir ses ayrı bir düşünce ayrı bir şüphe çıkıyordu ki bu ses çıkaranların hiç biri sizin için elini taşın altına koymaya tenezzül etmiyorlardı. Öyle ki Ex'in kumar oynadığını gözleriyle gören ve bilen ortak arkadaşlarımız bile var. Aile olduğumuzu düşündüğüm zamanlarda ailecek görüştüğümüz insanlar. İş ciddiye binmeden önce eşinden rica etmiştim kocasına soracaktı kendi aralarında konuşmuşlar eşi de "Tamam ben gördüm şahitlik ederim." demiş. Kendisine ciddi olarak şahitlik teklif ettiğimde ise "Ex bana iftira eder, aynı iş yerinde çalışıyoruz, geçinemiyorlardı derim ama kumar oynuyordu diyemem sonra iş yerinde yuvamı o yıktı der adımı kötüye çıkartır bunu göze alamam" demiş. Tamam düşündüğümüzde o da haklı ama kaldı ki boşanma konusunda ne yaşadığımı ve Ex'in bana yaptıklarını yakından bilen tek aile dostumuzdu. Boşanmamızı istemeseler de haklı olduğumu bilip destekleyen insanlardı. Benim hakkımı savunmaya ihtiyacım var . Gerçi ben kendi hakkımı kendim zaten savunuyorum ama adaletin önünde şahitle ispatlamaya ihtiyacım var daha doğrusu ve haklı iken yanımda savunacak kimseyi bulamadım. ARSIZDAN KORKAN HAKLIYA BİR TEKME DAHA ATIYOR Kİ ARSIZIN TERBİYESİZLİĞİNDEN NASİBİNİ ALMASIN. Vay be dedim iyi gün dostları sizi. Bu adamı karşısına alabilmeye cesaret edebilen bir tek ben mi varım bu dünyada !! Desene ben baya bir hafife almışım bu adamı. Herkesin gözü nasıl korkmuşsa, dost dediklerimizi bile yanımızda göremez olduk. Bu boyutu bir kenara bıraksam bile yıllardır kardeş dediğim insanların 4 ayda 4 kereden fazla mesaj atmamış olması hele ki bizi tanıştıran kardeş dediğimizin halimi hatrımı bir kere bile sormamış olması da takdire şayan bir durum oldu benim için. 
   Merak ederdim iyi gün dostu ne demek diye çünkü hep zor zamanlarında koşardım kardeş bildiklerimin yanına. Dar zamanlarında yanında olmaya çalışırdım kendim darda, sıkıntıda olsam bile. Onları da öyle zannediyordum. Kardeş biliyordum. Çok acı öğrendim dostluğun ucuzluğunu.
   Bilin bunları ki hazırlıklı olun yaşayacaklarınıza. Yolunuzdan vazgeçmeyin ama kimseden de dostluk beklemeyin. Eğer boşanmaya karar verdiyseniz ve 10 tane arkadaşınız varsa yanınızda 1 tanesi ancak ya kalacaktır ya da yarım yamalak varlığını sürdürecektir.
   Bu erkek olsanız da kadın olsanız da değişmeyen bir gerçek.

   Ama kadınsanız unutmamanız gereken önemli bir konuda şu ki DUL'sunuz. Dulluk halk dilinde çok büyük bir terim anladığım kadarıyla. Çünkü herkesin dilinde "Dul kalmış olacaksın. Herkes dul diyecek. Dul kalman bir yana.." gibi cümleler dolanır durur oldu. Annemle konuşurken bu konu geçince "Ne olmuş ya dedim kimlikte bile bekar yazıyor artık. Dışarıdan bakıldığında kimse sen dulsun demiyor, bekar kız zannediyorlar, anlımızda dul yazmıyor. E hadi dul yazsın kocaman anlımda ne olacak? Evlendim ayrıldım nedir yani bu kadar kafana takılan?"

   Duluz diye o... muyuz? Ahlak dışı davranışlar mı sergiliyoruz? Babamın duasını alıp elini öpüp kuranla evimden çıkmışım. Kocamı aldatmamışım, edebimle babamın evine dönmüşüm. Hayatımı yoluna koymaya çalışıyorum. Ona buna kuyruk sallamıyorum, bir şey yapmıyorum nedir yani sizin dul dul dul derdiniz. Dul olunca ne oluyor? Ahlak içimizde değil mi? İnanç bize ait değil mi?
   Hey kendini bir şey sanan insancıklar güruhu! Okuyorsanız ki okuyorsunuz. Şunu çok iyi bilin ben DULUM sizin deyiminizle.

   Bana sorarsanız ben size KENDİME SAYGIM vardı o yüzden bitti derim.
Bana sorarsanız ben, bana insan olduğumu bana unutturarak, kendini kölelik sisteminin şahı zanneden bir egoisti hayatımdan çıkarttığımı söylerim.
Bana sorarsanız her gün aşağılanmaktan bıktım derim.
Bana sorarsanız ben kumara meftun bir adamın bağlılığını bitiremediğim için evliliğimi bitirdim derim.
Bana sorarsanız haram lokma boğazımdan geçmesin diye bıraktım onu derim.
Bana sorarsanız eğer insanlığıma hakaret eden, çekinmeden namusuma bile dil uzatan bir adamla yaşamaktan yoruldum derim.
Bana sorarsanız eğer kendime duyduğum saygının adı DUL olmaksa bırakın ben anlı şanlı dulum.
Ve bana soracak olursanız halk dilinde dul kalın. Ama aşağılatmayın kendinizi ve halk diliyle dul kalmaktan korkmayın.

   İnsanlar sizden üstün olduğunu her fırsatta vurgulamak isterler ve yaşadıklarınızı veya yaşayamadıklarınızı size hata olarak yansıtarak sizi sindirmeye çalışırlar. Başkalarının egoları yükselecek diye "Evet, ben dulum, pasifim, suçluyum!" moduna girmeyin. Dik durun. Ruhu DUL kalmış insanların yüzünü güldürmeyin.

   Sevgili Bay Ego geçenlerde bana bir sürü mesajlar attı. Hazmedemediğim için yaşadıklarımı, söylenilenleri uzun süre elim yazmaya da gitmedi açıkçası. Ne namusum kaldı, ne yolumun genel ev olması kaldı. Hayatımda duymadığım hakaretler söylendi ve kaldırabileceğimden fazlaca beni yaralayacak iftiralar atıldı üzerime. Yetmedi annemi arayarak türlü beddularla, hakaret ve iftiralarla gözyaşı dökerek üzülmesine sebep oldu bu insanlar. Çoğul konuşuyorum çünkü kendi annesi ile birleşerek yapıyor bu hareketleri Ex. Kendimi toparlamam uzun sürdü haliyle. Daha sonra anonimden bir mesaj aldım ve özgür alanımın kısıtlanmış olabileceği korkusu sardı beni bir anda çünkü instagram ve facebook hesaplarım birbirine karışarak bloğuma ait instagram hesabım ifşa oldu. :)
Aradan bir süre geçtikten sonra ise Bay Ego bana mektup attı ki sizde biliyorsunuz bloğumda bir kartlaşma etkinliği başlatmıştım yakın zamanda. Herşey üst üste gelince bende de endişe başladı kurtuluş yok mu bu adamdan diye.
   Bugün aslında size boşanma ile ilgili çeşitli tüyolar verecektim ama vermeyeceğim. Bloğum anonim yorumlara kapalı hale getirilmiştir ve bu konuda konuşmak isteyen olursa, özel mecrada her zaman kendisine yardımcı olacağımın bilinmesini isterim.
   KORKMAYIN..
   Bende korkmuyorum artık. Niye endişe edeceğim? Onun hayatından giden benim. Yüzünü bile görmeye tahammülüm yok. Ona karşı hiç bir açık kapım kalmamış. Beni okusa ben kısıtlanmam ki kendi canı yanar. Bu yüzden okuyorsa da okusun. Ne kadar bittiğini ve hiçliğini görsün. Ne kadar gözden düştüğünü ve artık hayatımda olmasının mümkün olmadığını idrak ederek sürdürsün hayatını bundan sonra. Boşanma kararı verildi ve bu konuda gerekli adımlar atılmaya başlandı benim dünyamda.

   Netleşmiştir...

WowApp Nedir?





   Sevgili Deli Kızın Bohçası bloğunun sahibesi Derya sayesinde WowApp uygulamasına katıldım. Tam olarak ne olduğunu anlayamadım henüz keşif aşamasındayım ama faydalı birşeye benziyor blog yazarları için.
   WowApp uygulamasının web sitesinde kendisi için yaptığı açıklama ise şöyle:

Neden WowApp'e katılmalısınız? - WowApp ücretsizdir ve kendi gelirinin/payının % 70'ini sizinle paylaşır. Dünya çapında 110'dan fazla ülkede yaklaşık 2000 hayır kurumundan birisine bağış yapmayı tercih edebilir veya kendiniz için nakde çevirebilirsiniz. Seçim sizindir!
WowApp'i benzersiz yapan şey nedir?
1. Sosyalleşirken kazanın: gelirimizin % 70'ini sizinle paylaşıyoruz
2. Kazandıklarınızı Bağış aracılığıyla iyilik yapmak için kullanın
3. Kendinize bir banka hesabı, kredi kartı veya PayPal hesabı aracılığıyla nakit olarak aktarın
4. En düşük fiyatlarla tüm dünyayı ara; WowApp'ten WowApp'e sesli ve görüntü aramalar ücretsiz
5. Özel Mod: Sohbeti sonlandırdığınızda iletilerin otomatik olarak silinmesi gibi en iyi gizlilik özelliklerine sahip olun
Saygılarımla, 
Robin Wow

   Dediğim gibi faydalı bir uygulamaya benziyor. Whatsapp'ın bize para kazandırdığını düşünürsek eğer o zaman çok faydalı bir uygulama haline geliyor :) Mantık olarak aynı ama Wowapp uygulamasını WhatsApp uygulamasından ayıran tek fark bir başkası aracılığıyla yani davet aracılığıyla giriş yapabiliyor olmanız :) 

   Ee buyrun o zaman tabi ki de ben sizi davet ediyorum..









8 Mart 2016 Salı

Salıyı Sallayan Blog #2





   Saat olarak biraz gecikmişte olsa bugünkü yazımı atlamak istemedim. Aslında hangi bolğu yazacağımı düşünmedim bile çünkü bir haftadır düşündüğüm bir bloggerı yazacağım bugün. Üşengeçlik edip haftaya ertelemeyi düşündüm hatta Büşra ile de Skype üzerinden konuşurken ona da söyledim ama sonra yazmalıyım dedim. Geçte olsa yazmalıyım. Bloğum ihmale gelmez.
   Çünkü bloğum benim sulamamı bekleyen narin çiçeğim..

   Gelelim haftanın bloğu etkinliğimizde bu hafta yazmak için sabırsızlandığım bloğa..

   "Mars Beyinli"

   İsmi ile olsun yazdıkları ile olsun bende sempati ve hayranlık oluşturan bir blog. Zaten ilk olarak ismi beni farklı olduğuna ikna etmişti. Mars Beyinli.. İşte tam da bu.. İsmine yakışır bir blogger arkadaşımız. Şimdi ona karşı sempatimi anlatıyorum ama sanmayın ki can ciğer kuzu sarmasıyız :) Bloglarımızda yorumlaşmaktan başka muhabbetimiz yok ama ben kendisinin hayranıyım.

   Bloğuma yazı yazamadığım zamanlarda bile girer onun bloğunu kontrol ederim. Yazı yazsın da okuyayım diye bekler dururum. Ben zaten bu aralar depresyon modunda takıldığım için bana onun yazdığı herşey çok iyi geliyor. Hayata bakış açışı farklı. Hayatı yaşaması ve eleştirmesi çok farklı. Gelişi güzel sövüyor hayata. İçinden ne geliyorsa söylüyor. İçinde tutmuyor hiçbir şeyi ağzına geldiği gibi söyleyerek döküyor içini. Ben kendi sözde hanımefendilik çizgimden kaydırmayın beni diye dolaşırken ortada o söylüyor benim söylemek istediklerimi. O sövdükçe benim içim bir rahatlıyor bir rahatlıyor ki anlatamam. He edepsiz birisi değil sakın ha yanlış anlaşılmasın.. Öyle fütursuzca sövüyor ama dokundurmuyor. Sem sövüp hem sempati kazanabilmek kolay birşey değil ama Mars Beyinli bunu öyle güzel bir şekilde uygulamaya döküyor ki..
   Hassas bir şekilde sövüyor. Giydiriyor, yakıştırıyor, toz kondurmadan temizlik yapıyor..

   Çok severim ve takip ederim kendisini. Sizde takip edin onu mutlaka.Sizi bir an olsun hayattan koparıp kendi dünyasına alacak ve rahatlatacaktır. Okurken tebessüm etmenizi sağlayacaktır. Bu aralar aşk hayatı da biraz karışık dualarımıza ihtiyacı var. Duamdasın bunu bil mutlaka..

   Aslında olur da benim bu yazımı okursa kendisi rica ediyorum birde benim hayatıma ve hayatımdakilere sövüverir misin bir zahmet. Siparişle insanların da içini onların yerine dökmelisin bence çok tutar  :)


   Güzel Geceler Sizin Olsun..






3 Mart 2016 Perşembe

1 Adet Yeni Bildiriminiz Var !





   Hangi blogger arkadaşıma yorum yaptığımı unuttum ama mektuplaşmayla ilgili birşeyler yazmıştı kendisi. Biliyorsunuz ben postcrossing uygulamasıyla kartlaşıyorum. Daha doğrusu aktif gönderiyorum ama alamıyorum :) Onun dışında kartlaştığım bir iki arkadaşım var tabi ama düzene oturtabilmiş değilim. Eskimiş, toz tutmuş hatta küflenmiş bu geleneğimizi yaşatmayı çok istiyorum ve ben mektuplaşmayı çok seviyorum. "Ee Kestane Fiyonk bize ne bundan!" diyenleri duyar gibiyim. He tabi birde "Aa bende çok severim ya keşke yapabilsek ama unutuldu artık.." diyenleri de duyuyorum ve bir etkinlik başlatıyorum.

   Sevgili blogger arkadaşlarım, okuyucularım, takipçilerim, arkadaşlarım, dostlarım, canlarım ciğerlerim..

   Benimle kartlaşmak mektuplaşmak isteyen arkadaşlarımı harekete geçmeye davet ediyorum. Gelin birbirimize mektup yazalım, gittiğimiz yerlerden kart atalım, mutluluklarımızı paylaşalım. Sosyal medya, internet ortamı insanların birbirlerine olan güvenlerini yerle bir ediyor haklısınız. Kimse kimseye güvenemiyor. Ama ben istiyorum ki birbirimizi 'layklamak'tan öte birşeyler yapalım. İletişim kurabilmek için çabalayan insanları göremiyorum artık çevremde.
   Feysten ekleşmek, instagramdan takipleşmek, tivitleşmek, snapleşmek, pinleşmek(!)..
   Ne yapıyoruz biz arkadaşlar? Blog camiasında bile birbirimize yorum yapmaktan aciz duruma geldik. İlişkiler için emek harcamıyoruz. Ben değer verdiğim insan için elime kalem alarak süslü püslü kağıtlara düz bir şekilde yazı yazmaya çalışmak ve onları rengarenk zarflara koyarak özene bezene hazırladığım mektubumu yada kartımı postaneden pulla göndermek istiyorum. İlişkilerim için çaba göstermek istiyorum. Bu geleneğin de yaşatılmasını istiyorum.

   Eğer sizde benim gibi düşünüyorsanız o zaman bana mail atın iletişime geçelim. Katılım çok olursa eğer sizlerinde istekleriniz doğrultusunda eşleştirme de yapabiliriz. Yok ben sadece bir kişi ile iletişime geçmek istiyorum derseniz ben benimle kartlaşmak isteyen herkesle karşılıklı kartlaşırım hiç şüpheniz olmasın :) Güzel bir katılımın olacağını ve benim gibi düşünen ve hisseden insanların hala varolduğuna ve oralarda bir yerlerde beni okuyup heyecanlandıklarına eminim..

   Heyecanla sizleri bekliyor olacağım :))

   Güzel Geceler Sizin Olsun..










2 Mart 2016 Çarşamba

Kişisel Blog Yazarları Ne Düşünüyor?





   Çok sevgili Cafe Tigris beni "Kişisel Blog Yazarları Ne Düşünüyor?" etkinliğine davet etmiş. Bu konuda söyleyecek çok şeyim vardı iyi de oldu. Blog hakkında konuşmak istediğim bir çok konuda gereken soruların yöneltildiği bu etkinliği yapmak ve paylaşmak için sabırsızlanıyorum.
   Ben bazen sert bir insan olabilirim. Acımasızsın diyenlerde var ama düşüncelerimi gizlersem o zaman ben Kestane Fiyonk olmazdım. Buna inanıyorum ve bu doğrultuda ne düşünüyorsam onu aynen yazacağım.
   Bu arada kimseyi kişi kişi mimlemek istemiyorum. Beni seven ve kendisinin tarafımdan sevildiğini bilen, samimiyetime inanan ve söylediklerime değer vererek bloğumu takip ederek bu yazıyı okuyan tüm arkadaşlarım üstlerine alarak bu etkinliğe katılabilirler. Sevgiler..

   1- Yakın çevrenizdeki insanlara bloğunuzdan söz ediyor musunuz?
   Laf arasında söylüyorum blog yazdığımı hatta davet ettiğim okumadın mı ya falan diye sitem ettiğim bir kaç arkadaşım var. Zaten birkaç arkadaşıma söyledim. Ama dur sana destek olayım
üye olayım diyen yok. Bir tanecik en yakın arkadaşım biliyor o kadar. Aileme de blog yazdığımı söylemiştim ama takip eden yok. Ne yazdığımdan kimsenin haberi yok yakın çevremde. Ancak makale yazarlığı yaptığım için referans olarak gösterdiğim oluyor bloğumu ama girip okuyan yok tabi. Bende bıraktım söylemeyi. Okuyucularım bana yetiyor başkasına ihtiyacım yok. Taşıma suyla değirmen dönmüyor. Zaten bilmesin çevremdeki insanlar diye düşünmeye başladım artık. İnsanların ağzına iyi kötü laf vermeye gerek yok diye düşünüyorum bu sıralar.

   2- Neden blog yazıyorsunuz?
   Ben çok yıllar önce bir kere blog yazmaya başlamıştım ama o zaman çok anlamamıştım sistemi bilmediğim için. Evlendikten sonra da yazmak istedim bir blog açtım yine ama bu seferde yazacağım şeyler çok kısıtlıydı malum sebeplerden ötürü. Ben konuşmayı, paylaşmayı çok seviyorum. Anlatmayı ve dinlemeyi çok seviyorum. Günlük karıştırmayı ve günlük yazmayı da çok seviyorum. İstiyorum ki benim gibi hisseden insanlar olduğunu bileyim. Birisinin acılarını diğerinin sevinçlerini paylaşayım. Tanımadığım insanlarla bir ortak noktam olsun. Bir söz vardır ya "Aynı dili konuşan insanlar değil, aynı duyguları paylaşan insanlar anlaşabilir." diye. Ben buna çok inanıyorum ve aynı duyguları paylaştığım insanları arıyorum. Paylaşmayı seviyorum. Onlarla konuşuyorum. Onlarla hissediyorum. O yüzden Kestane Fiyonk olarak bloğumu açtım. Burası bana ait bir alan. İstediğimi söyleyebilme hakkına sahibim ve söylediklerimden ötürü kimseye açıklama yapmak zorunda değilim. İçimi dökerken, duygularımı paylaşırken aman biriside alınır mı diye düşünmüyorum. İçimden geleni söylüyorum, yazıyorum. Burası benim günlüğüm. Benim gibi günlük karıştırmayı sevenler de benim dünyamı kurcalayabilsinler istiyorum.

   3- İlk yazınız ile son yazınız arasında nasıl bir fark var?
   Bu soruya cevap vermesi gereken kişinin ben olduğunu düşünmüyorum. Okuyucum yada takipçim cevap vermeli bu soruya. İlk yazımda hissettiğinizi son yazımda da hissettiniz mi? Beni takip etmenize sebep olan şey hala aynı mı yoksa takip ettiğiniz için pişman olmaya mı başladınız? Bu sorular çok önemli ve bu sorulara alacağım cevaplar bence bu sorununda cevabı. Giderek seviliyorsam yada sevginiz azalmadıysa, merakınız devam ediyorsa, heyecanla takip ediyorsa okuyucum beni o zaman ilk yazım ile son yazım arasında çok büyük bir kalite farkı vardır benim için. Ama kendime bu öz eleştiriyi yapabilmek için çok erken. Çünkü kamuya açık bir alanda yazmaya yeni başladım. Birkaç kelime söylemem gerekirse eğer o zaman ben kendi yazı kalitemde bir düşüş yaşadığıma inanıyorum.

   4- Blog yazmak normal yaşantınıza ne kattı?
   Önceden düz yaşıyor geçiyordum hayatı. Kendim içindi herşey. Şimdi ise bloğum için yaşıyorum desem yalan olmaz :) Hayatımda yaşadığım herşeye bunu bloğuma yazabilir miyim acaba diye düşünmeye başladım. Geçen gün sıradan bir ıslak kek yaptım mesela. Acaba bloğuma yazmalı mıyım diye içimden geçti. Sonra dedim basit bir ıslak kek. Herkesin tarif defterinde olan birşey aslında. Bir mekana gittiğimde elimde fotoğraf makinemle acaba burayı bloğumda tavsiye edebilir miyim diye kafamda kurgular yapmaya başlıyorum. Eve bir misafir geliyor aklıma ilk gelen bloğum oluyor. Bloğum normal yaşantıma değil normal yaşantım bloğuma birşeyler katıyor bence. Burası benim dünyam.

   5- Yakın arkadaşlarınıza blog yazmalarını önerir misiniz?
   Hayır önermiyorum. Bu platform öyle bir yer ki hakkını vermek gerekiyor. Vefa gerektiren bir ortam. Bloğuna karşı vefa duygusu ve bağlılığın olmazsa blog sana küsüyor. Bir anlık özentiyle blog açıp sonra çöp olan bir çok blog var. Gereken emeği, zamanı, çabayı, vefayı ve bağlılığı gösteremeyecekseniz blog açmayın. Sevmeyecekseniz eğer açmış olmak için açmayın evde günlüğünüzü yazın. He birde sürekli günlük yazmaya başlayıp yarım bırakan birisi iseniz bu platforma hiç adım atmayın. İllaki burada olmak istiyorsanız beğendiğiniz yazarları takip edin, yorum yapın, paylaşın.

   6- Hangi kaynaklardan ilham alıyorsunuz?
   Bu sorunun cevabını sanırım yukarıda belirtmiştim. Yaşadığım her olay, gittiğim her mekan, günlük hayatımda karşıma çıkan, önüme gelen her şey benim için birer ilham kaynağı. Tüm bunların dışında örnek aldığım bloglar var. Herşeyi bir kenara bırakalım, blog dünyası bile çok büyük ilham kaynağı bence. Birisi birşeyler yapıyor mesela görüp kendinize uyarlayabiliyorsunuz. Yada biri birşeyler yazıyor aa bu konularda da yazılabiliyormuş demek ki bende yazayım diyebiliyorsunuz. Blog camiasının kendisi başlı başına bir ilham kaynağı.

   7- Diğer blog sahipleri ile iyi iletişim kuruyor musunuz?
   Bu cevabını benim verebileceğim bir soru değil. Blog arkadaşlarıma soruyorum bu soruyu. Sizlerle iyi iletişim kurabiliyor muyum? Sıcak mıyım, soğuk mu? İtici miyim, çekici mi? Benim çok sevdiğim blogger arkadaşlarım hatta dostlarım var. Ama bu benim görüşüm. Belki o kişi benimle ilgili böyle düşünmüyor olabilir. Ama ben kendi dünyamda onun yazdıklarından yola çıkarak kendime arkadaş dost ilan ettim kendisini. Bu da benim problemim. En güzeli de karşılık beklemiyorum. Düşünmeyebilirler özgürler. Ben seviyorum ya bu benim için yeterli :)

   8- Şikayetçi olduğunuz konular var mı?
   Olmaz mı tabiki var. Blog dünyasına ilk adım attığım da bir kaç kere bende yapmıştım hatta. Şu etkinlikten geliyorum bloğuma beklerim demeyin bence itici oluyor gidesim gelmiyor. Çok şükür kendi hatamı erken farkettim ve beklenti içine girmeyi bıraktım. Ben takipçi toplamak için yazmıyorum ki. Ben benim gibi düşünenlerle bir çatı altında toplanabilmek için yazıyorum. Takip ettiğim bloglarda ilgi duyduğum bir konu oluyorsa onun hakkında yorumumu yapıp çekiliyorum artık. Beni merak eden ismimden bana ulaşabiliyor ve beğenirlerse takip ediyorlar. Sağlıklı okuyucu kitlesini bu şekilde elde edilebileceğine inanıyorum. İnsanlar sizi zorunluluktan değil de sevdiklerinden takip ederlerse eğer kemikleşmiş bir okuyucu kitlesine sahip olabilirsiniz. Blog camiasında şikayetçi olduğum ve bu platforma yeni adım atanlar için tavsiyemdir.
   Blog arşivi benim için en önemli konu arkadaşlar. Ben girdiğim bloglarda arama çubuğunu kullanmıyorum. Üst sekmeleri de kullanmıyorum. Blog arşivini kullanıyorum ve tüm yazıların içinden ilgimi çeken başlıkları yeni sekmelerde açıyorum, açtığım sekmelerin hepsini okuyorum sonra takip edeceksem ediyorum. Blog arşivi olmayan bir çok blogtan içeriğini incelemeden çıktığımı biliyorum. Benim için hassas bir konu :)
   Birde bloglarda imlecin peşinden gelen tuhaf şeylerden de hiç hoşlanmıyorum. Dikkatimi o kadar çok dağıtıyor ki, sinir olup aman yaa bu ne böyle deyip çıkıveriyorum. Tabiki blogger arkadaşlarım severek yaptılar ama beni çok yoran dikkatimi çok dağıtan blog tasarımları olan bloglarda da çok uzun süre kalamıyorum.
   Son olarak bunların hepsi benim şahsi görüşümdür. Kimsecikler üzerine alınmasın kırılmasın rica ediyorum. Yada siz bilirsiniz. Üzerinize alınarak bloglarınızın arşivleriniz üste falan alarak işimi kolaylaştırabilirsiniz :)


   Güzel Geceler Sizin Olsun..









1 Mart 2016 Salı

Salıyı Sallayan Blog :) #1





   Uzun bir süredir üyesi bulunduğum tüm sosyal mecralardan gerek etiketlenmek gerek mimlenmek suretiyle istekler alıyorum :) Bir çok arkadaşımın beni mimlediği haftanın bloğu uygulamasını "Salıyı Sallayan Blog" yazı dizisiyle kendi bloğumda başlatıyorum. Bundan sonra seçtiğim hakkıda düşüncelerimi belirttiğim her bloğu hem iyi hemde kötü yönleriyle ele alacağım. Kötü demeyelim de bana uymayan yada naçizane tavsiyelerde bulunduğum bir kaç kelime de söyleyeceğim. Böyle söyleyince de bir an kendimi blog eleştirmeni gibi hissettim. Yanlış anlaşılmasın öyle bir niyetim yok. Sadece kendi görüşlerim bunlar yanlış anlaşılmasın.

   Bu mim'i kim başlattı bilmiyorum ama benim için bu uygulamanın kurucusu DeepTone - Sade ve Derin'dir. Blog dünyasında bulunduğu süreç içerisinde yeni blogları destekleyen, tanıtan ve bunu karşılık beklemeden yapan biri olmuştur kendisi.

   Bende belirtmek istiyorum ki, bu platformda adını yazdığım, sözünü ettiğim hiçbir blog yazarı arkadaşım karşılık beklediğimi düşünmesin. Ben seni yazdım sende beni yaz diye değil, ben bu yazarı okuyorum beni takip edenler de okusunlar diye yazıyorum. Bilinsin ve sorumluluk hissedilmesin. Sevgiler..

   Gelelim bu hafta sizler için seçtiğim o güzel bloğa :)

   "Cafe Tigris" diye bilinen "tigrisdriver.blogspot.com.tr".
Bir blogtan beklentiniz nedir tam olarak? Bir blog yazarı size ne vermelidir? Ne istiyorsunuz ondan? Şiir mi? Yemek tarifi mi? Kitap mı? Kahve mi? Kişisel yazılar mı?
   Heh işte aradığınız burada. Sevgili Cafe Tigris benim adıma bir blogtan beklediğim herşeyi bana sunuyor. Ben sıkılgan bir insanım. Çabuk sıkılıyorum. Eğer bir blog hep edebiyat içerikliyse, hep aynı şeyler varsa çok uzun süre kalamıyorum nedense. Ama Cafe Tigris'in bloğunda şiir okumaya başlayıp mutfakta tarif denerken buluveriyorum kendimi. Birde herksin sıkıldığı sendromlu Pazartesileri bizlere "Nostaljik Pazartesi" olarak sevdirmeyi başarabilen kişidir o.  Bir denemelisiniz mutlaka. Cafe Tigrisin bloğunda daldan dala sekmelisiniz.
   Birde benim bir blogta aradığım şey Blog Arşivi oluyor. Çok seviyorum kullanışlı ve kolay olduğunu düşünüyorum. Girdiğim her blogta arama çubuğunu değil blog arşivini kullanıyorum. Benim gibi düşünenler için Cafe Tigris'in dünyasında da bu var ve blogta gezinmek daha kolay hale  geliyor. Ama naçizane benim için blog arşivini biraz daha üst sıralara alabilirsen çok sevinirim sevgili Cafe Tigris :)
   Seviliyor ve okunuyorsun :)

   Güzel Günler Sizin Olsun...














28 Şubat 2016 Pazar

Haftanın Ritmi #2




   Merhaba Pazar'ın ilk saatleri. Merhabalar yarının Pazar olmasından istifade ederek uykusuzluğun dibini sıyıran ve göz kapaklarına direnen tüm insanlar :) Böyle saatsiz paylaşımlar yaptıkça aklıma sevgili arkadaşım(ben arkadaş olarak görüyorum da kendisi ne düşünür bilemiyorum), blog apartmanımızın kıymetli annesi Dağınık Anne geliyor aklıma :) Nedense bir düzen oturtabilmiş değilim. Bir bakmışsın sabahın ilk saatlerinde paylaşım yapabiliyorken bir bakmışsın böyle gece yarıları paylaşım yapıyorum. 

   Şimdi de "Haftanın Ritmi" yazı dizimin ikinci bölümü ile karşınızdayım. Bu haftam çok ağlamaklı bir hafta olduğu için olsa gerek dinlediğim müziklerde biraz depresif oldu haliyle. Aslında içinizi karartmayı hiç istemem ama size karşı yalan söyleyemem ve rol yapamam. Bu yüzden bu hafta ne dinlediysem sizlerle onu paylaşacağım. Tabi ki 7 gün için 7 ayrı şarkı sizlerle. Ne bir eksik ne de bir fazla :)

   İşte bu haftanın ritmi sizlerle :) Keyifli dinlemeler..


1- Cem Adrian - Sana Sarılınca (Tek kelimeyle "vazgeçilmezim")

2- Cem Adrian - Sen Yağmurları Sevdiğinde

3- Nilüfer - Unut Gitsin

4- Teoman - Aşk Kırıntıları

5- Sezen Aksu - Sarı Odalar

6- Şebnem Ferah - Sil Baştan

7- Sıla - Aslan Gibi



   Güzel Geceler Sizin Olsun.. Mutlu Pazarlar :)











21 Şubat 2016 Pazar

Haftanın Ritmi #1





   Ne zaman uykumu tam almış olarak bir pazar sabahına uyanacağımı hala bilmiyorum. Uykusunu almış, bugünü dolu dolu geçirme planları yaparken bir yandan kahvaltı hazırlayan, ütüleri yetiştirebilecek miyim diye düşünen, çocuklarının ödevlerini yapıp yapmadığını kontrol etmesi gereken, ailecek dışarıda vakit geçirmek isteyen, sevdiceğiyle buluşacak olanlar, sevdiceğinin gözlerine bakınca gözlerinin ışıl ışıl olduğunun farkına varmadan hafifçe tebessüm edenler, iş arayanlar, çalışan ama pazar gününden pazartesinin sendromuna yakalanmış olanlar hepinize kucak dolusu günaydınlar efendim :)

   Her Pazar günü benim için ayrı bir hayat nedense. Bazen hükümdarım bazen sultan, hem hüzünlüyüm hem dinamik, hem mutluyum hem melankolik.. Günümün günümü tutması şöyle bir kenarda duruversin, benim anımın anıma uymadığı zamanlar olabiliyor. Siz biliyorsunuz artık beni :)

   Artık sizlerle her Pazar günü "Haftanın Ritmi" ni paylaşacağım. Her Pazar günü seçtiğim 7 şarkıyı sizlerle paylaşacağım. Umarım işlevsel bir yazı serisi başlatıyorumdur diye kendi kendime de bir düşündüm şimdi :)

   Gelelim sizlerin de dinlemesini istediğim, beğeneceğinizi umduğum listeme:


1- Çiğdem Erken - Ağlayamazsın

2- Julide Özçelik - Gizli Cennet

3- Julide Özçelik - Eşitiz Eninde Sonunda

4- Haluk Levent - Acılara Tutunmak

5- Cem Adrian - Aşk Bu Gece Şehri Terk Etti

6- Jehan Barbur - Aşk Hiç Biter Mi

7- Aydilge - Yangın Var


Umarım benim kadar severek dinlersiniz :)


En Güzel Pazarlar Sizin Olsun :)







17 Şubat 2016 Çarşamba

Bir Yaşanmışlığın Öyküsü..




ÖNSÖZ

   Geçenlerde evde oturmuş, Youtube üzerinden çeşitli videolar izlemekle meşgul iken kapımız çaldı. Karşımda kısa boylu gözlüklü bir bayan bana annemi sordu ve tanımadığım için kim olduğunu öğrenmek için yönelttiğim sorularımın karşılığında 17-18 yıl önce annemden akıl almak için tuhafiyemize sık sık gelip giden bir hanımmış. Annemi çağırdığımda kadın anneme sarıldı ve başladı ağlamaya. Daha sonra kapıda yaptıkları kısa bir görüşme ve geçmişte olanlar hakkında bir fragman yayınladılar. Kendisini eve buyur ettik ve başladık konuşmaya. Hep duyardım sağdan soldan arkadaş kurbanı olanların hikayelerini. İçkisine ilaç atılan kızların başına gelenleri üçüncü sayfa haberlerinden okurdum. Kendisinden aldığım izinlerden sonra hikayesini burada sizlerle paylaşmak üzere kaleme almaya başladım.

   Not: Aşağıda okuyacağınız hikaye tamamen yaşanmış gerçek bir hayat öyküsüdür. Kişinin haklarına duyulan saygıdan ötürü asıl karakterlerin ismi değiştirilerek bu hikayeyi sizlere en başından anlatmaya başlıyorum.




   Bir Yaşanmışlığın Öyküsü..

   - Kimooo!
   + Güzin Abla'nın evi burası mı?
   - Siz kimsiniz?
   + Ben Fulane. 17-18 yıl önce falan yerde tuhafiyeleri vardı oradan tanıyorum. Gerçi o beni hatırlamayabilir ama..
   - Anneeeee !!
   + Efendiim, kim geldi kızım?
   - Fulane isminde biri geldi anne 17-18 yıl önceden biriymiş.
   + Siz Güzin Abla'nın kızı mısınız?
   - Evet.
   + Fulane..
   - Abla.. Ablacım ben seni dinlemedim. Ah başıma neler geldi bir bilsen. Abla ben annemi çok üzdüm. Şimdi evladım bana aynılarını yaşatıyor abla. Ah ablacım ben seni hiç hiç dinlemedim abla ben arkadaş kurbanı oldum. Çok pişmanım abla..
   + Sen beni çok kandırdın Fulane. Ah be yavrum ben senin hep iyiliğini istedim. Sana hep iyi akıllar verdim. Naptın sen be kızım..

   Fulane Hanım anneme öyle bir sarıldı ki.. Başladı ağlamaya ve ağlarken de hep "Ah ablacım ben ne ettim. Annemi çok üzdüm. Arkadaş kurbanı oldum. Ah ablacım yüzüne bakamıyorum senin.." diye mırıldandı.

   + Hadi geç içeri. Konuşalım..

   Fulane hanım 26 yaşına kadar hiç bir erkekle görüşmemiş, işten eve evden işe giden, ailesinin gelirine katkıda bulunan mutaassıp bir kız iken iş yerinde bir arkadaş ediniyor kendisine. Bu arkadaşı vesilesiyle bir adamla tanışıyor. Paraya sıkıştığı bir kaç zamanda bu adam Fulane'ye yardım ediyor tabii arkadaş olarak. Ama öyle gözünüzde büyütmeyin, büyük meblağlar değil. Cep harçlığı şeklinde ufak tefek yardımlar. Ve sadece iki yada üç kere fazlası yok. Birkaç kerede işten almaya ve pikniğe götürmüş. Tabi ki kız arkadaşı da yanında. Zaten Fulane sonrasında yaşadıklarıyla bu noktaya geliyor. O zamanlar Fulane 26, adam 40 yaşında.

   Fulane Hanım'ın ağzından:

   Arkadaş kurbanı oldum ben. Ben o kızı hiç öyle bilmiyordum. Hep beni çağırıyordu gel bizde kal diye ama annem izin vermeyince gidemiyordum. Çok kavga ettim bu yüzden annemle. Çok bağrıştık. En sonunda bir gün gittim evlerine. Doğum günü kutlayacaklarmış diye gittim ben. Beni öyle diye çağırdılar zaten. Ben her şeyi sonradan öğrendim abla ben nereden bileyim. Ben o kızı öyle bilmiyordum hiç. Meğerse kızı annesi pazarlıyormuş hatta çocuğu bile varmış. Ben doğum günü diye gittim ama içkili bir ortamdı. Ben içmedim ilk başta ama çok ısrar ettiler iç diye, bir kereden birşey olmaz dediler. Ne bileyim abla ben cahil aklım işte.  Ne içtiğimi de anlamadım. Gözlerimi bir açtım ki yanımda adam yatıyor. Olan olmuş giden gitmiş. Ne oldu? Nasıl oldu? Hiç ama hiçbir şey hatırlamıyorum.
   Annem:
   - Belki de ilaç kattılar Fulane yoksa hatırlarsın. Hiç mi birşey hatırlamıyorsun?
   + Yok abla yok hala hatırlamıyorum. Uyumuşum ben. Uyandığımda birlikte olduğumuzu anladım.
   - Belki de senin üzerinden adamdan para bile aldılar. Seni pazarladılar. Ben sana dedim bir erkek yeni tanıdığı birine bir kadına karşılıksız yardım etmez, para vermez diye.
   + Bilmiyorum ki abla hiç hatırlamıyorum. Sen çok söyledin de abla ben hiç dinlemedim ki. Adam bana seni alacağım dedi. Bırakmayacağım dedi hep. Annemler öğrenince kıyamet koptu tabi yer yerinden oynadı. Ne söylediysem olmadı. Babam defolsun gitsin alacaksa adam dedi başka da bir şey demedi. Ama annem hiç izin vermedi o kötü bir adam dedi durdu. Hatta beni bir hocaya götürdü annem. Bana muska yapılmış meğerse. Ama seni alacağım dedi ya ben onu bekliyordum. Abla adam evliymiş, çocuğu da varmış. Almadı beni. Sonra eşim çıktı karşıma. Karısı trafik kazasında ölmüş bir çocuğu varmış. Beni de böyle kabul etti bir şey demedi. Mutlu muyum diye sorsan değilim abla. Eşim içiyor, bıraktıramıyorum. Bırakmak istemiyorum ki seviyorum içmeyi, istediğim için içiyorum diyor bende çok sinirleniyorum. O zamanlar bilseydim evlenmezdim ama yok abla evlenirdim. Çünkü yaşadıklarımın psikolojisi ve baskısı vardı üzerimde. Hata hatayı getiriyor. Hayatım böyle böyle mahvoldu işte.

   - Ben seni gazetede okudum Fulane. Hamile kalmıştın galiba çocuğun var mı?
   + Yok abla hamilelik olmadı. Gazete mi? İlk senden duyuyorum. Var bir oğlum var eşimden. Birde eşimin eski hanımından bir oğlu var. İki oğlum var. Öz oğlum kahrediyor beni de diğer evladımın hiç bir kahrı yok bana. Çok iyi anlaşıyoruz. Ben evlendirdim. Düğününü ben yaptım. Öz oğlum o benim.
   - Başka çocuğun yok herhalde.
   + Yok abla istemedim. İstesem olurdu ama istemedim ki. (Bunu söylerken öylesine umursamaz öylesine donuktu ki. Hissizleşmiş gibiydi. Bir ürperti geldi geçti o an üzerimden.)
   - Bizim iş yerimize ne kızlar geldi geçti biliyorsun Fulane. Hep iyiliğinize olacak akıllar verdim sizlere. Bir tek senin ayağın kaydı...

 
.....

Fulane Hanım'ın hikayesi beni o kadar çok etkiledi ki sizlerle paylaşmak istedim. Paylaşmadan geçemezdim. Sana, bana, bize uzak belki ama yaşanıyor bu hayatlar. Eğer merak ediyorsanız Fulane Hanım'ın oğluyla yaşadığı sorunlardan da başka bir post altında bahsedebilirim. Rabbim bizleri ve evlatlarımızı kötü insanların şerrinden korusun.
Rabbim iyi insanlarla birlikte olmayı nasib etsin.
Amin..



   Güzel Geceler Sizin Olsun..


1 Şubat 2016 Pazartesi

22 BLOGGER 1 HİKAYE BÖLÜM - 9: SEN KİMSİN?


   22 BLOGGER 1 HİKAYE 

BÖLÜM - 4: OYUNCU (NEŞELİ KİTAP VAGONU)
BÖLÜM -5: UYANIŞ (DAĞINIK ANNE)
BÖLÜM -6: TANI (KORE FENOMENİ)
BÖLÜM -7: KAYBOLUŞ (KİTAP CUMHURİYETİM)
BÖLÜM -8: AVCILAR (HER ŞEYDEN KONUŞMALI)
BÖLÜM - 9: SEN KİMSİN? (KESTANE FİYONK)



   Skygge sürüleri, evrendeki anıların kişilere bağlı kalmasına yardımcı oluyorlardı. İnsan anılarıyla ne yapabilir ki?
   "Anılara bağlı kalmak mı? Hah.. Çok saçma.." diye mırıldandı. Silip atmıştı kafasından tüm güzel anılarınını ve sadece insanların hatıralarını yok etmeye adamıştı hayatını. Anılar olmayacaktı hayatta.
   "Benim anılarım yok işte. Yok! Ben yaşamayı başarıyorum. Benim güzel anılarım yoksa kimsenin olmayacak. Anılar olmayacak. Hepsi benim emrime girecek ve ben kendi dünyamı kendim kuracağım." 
Bu kadardı. Tek istediği buydu işte. Bu gece tüm hatıraların toplanacağı geceydi. Beklediği gün gelmişti ve Skygge sürüsü savunmasız ve aptal varlıklardan başka bir şey değillerdi. Onları bertaraf etmek için hiç bir engeli kalmamıştı artık. Çünkü Lexi kendini bilmiyordu. Yıllardır onun anılarıyla oynayarak delirtmişti onu ve hepsi bugün içindi. Skygge sürüsü o baş belası olmadan kendini savunamazdı. Lexi'ye ihtiyaçları vardı ama artık o hiçbir şey hatırlamayan anıları bile olmayan boş bomboş bir yaratıktı.
İstemsizce kıvrılan dudakları bir gülümsemeyi andıran hırsla birleşerek gözlerindeki parıltıda buluştu. Chet bir sigara yaktı, herşey istediği gibi olacaktı. Hiçbir engel kalmamıştı. Olacaktı..

.....



  
.....
   "Alexis.."
   "Alexis.."
   "Aleex.."
   "Aleeeeexx..."

   "Nasıl olur bu? Alex.. Nasıl nasıl..?" diye haykırdı Chet.
   Nasıl olur da Skygge sürüsünün tuzağına düşerlerdi. Ava giderken avlanmak böyle bir şey miydi? Alex.. Ekibindeki en parlak adamını, avcısını nasıl kaybederdi. Yıllarını amaçsız ve eroin bağımlısı bir sapkın olarak geçiren bir adama Skygge sürüsü ne verebilirdi ki?

   Eroinman bir adama hatıralarını geri vermiş olamazlar ki. Hem verseler ne olacak? Şimdiki hayatından çok memnun o. Her yere elini kolunu sallayarak giriyor, her istediğini elde ediyor, hatıralarını istemez ki o. Skygge sürüsü avlamanın, onların o saçma anılara sadık kalarak kulakları tırmalayan göğü yırtarcasına attıkları çığlıkların verdiği hazzı ve gücü ona hiçbir madde veremezdi. İstemezdi zaten anılarını.

   En yakın adamımı, en güvendiğim adamı aldı benden.
   "Oğlum.. Alex.." diye inledi. Chet lanet olası hayatında tek hatırlamak istediği anıyı hafızasının tozlu raflarıda bırakarak intikam yemini etmişti. Şimdi de oğlunu almıştı o lanet kız.

   "Lexi denen o kız yüzünden! Seni mahvedeceğim adi kaltak. Sevdiğin ve sana sadakatle bağlı o adamı, kız kardeşini, karnındaki o piçi gözlerinin önünde, anıların gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçerken öldüreceğim hepsini. Yeminim olsun bu intikam oyununu artık eğlenmek için değil, senin sonunu getirmek için oynayacağım ve sen bir ömür bu anılarla yaşamaya mahkum olacaksın. Gözleri gözlerine değen tüm sevdiklerinin sana son bakışlarını unutamayacaksın. Sen.. Sen Lexi.. Kendi anılarının, kendi hayallerinin, kendi bedeninin katili olacaksın." diye haykırırken sesi boşlukta acı acı yankılanmaya devam ediyordu..

.....



.....

   "Ablanı nasıl kontrol altında tutmayı başaramazsın Melanie!"
   "Rhett.. Ben.. Ne olduğunu anlamadım, birden bire üzerime atıldı ve dışarı çıktı. Bir anlık şokla ne olduğunu anlayamadan Lexi gitmişti bile.."
   "Melanie onun bu gece dışarıda olmaması gereken tek gece. Avcılara kafa tutabilecek kadar güçlü değil. Avcılara kafa tutabileceğinin farkında bile değil. O kim olduğunu bile bilmiyor."
   "Ah Lexi.. Neredeydin seni çok merak ettik." diye sevinç çığlıkları atarak kapıya koştu Melanie.
   "Lexi.. Sevgilim.. Neredeydin? Çok merak ettik seni.."
   "Rhett kimim ben? Söylesene bu yaşadıklarım gerçek mi? Bütün bu insanlar, kırılan kalpler benim eserim mi? Kimim ben Rhett?"dedi ve bayılmıştı.

   Lexi'yi yatağına yatıran Rhett, sırları dökülen aynada oluşan yansımasını gördü. İşte böyleydi Lexi'nin hikayesi. Puslu.. Eski televizyonlar gibi karıncalı.. Bir var bir yok.. Kim olmak istiyordu? Neyi yaşamak istiyordu? Hayattan ne bekliyordu? Bütün bunlar Lexi de dahil hiç kimsenin cevaplayamadığı sorular olmaktan ileriye gidemeyen cümle müsvetteleriydiler. Aslında Lexi sadece seçse yetecekti. Rhett onun seçtiği hayatı yaşamaya hazırdı ama Lexi'nin babası annesini gözlerinin önünde boğduğundan beri yaşadığı bu kimlik bunalımları Lexi için hep bir kaçış yolu olmuştu. Ne zaman yorulsa farklı bir kimliğe tutunarak, farklı bir hayatın içerisinde yer buluyordu kendisine..

.....



.....


   Tüm Skygge sürülerini özgür bırakarak avcı olmayı denedi önce. Velius oldu ve vermeden almanın hazzını deneyimleyerek Skygge sürüsünü tekrar toplamak istedi. Avcı mıydı avlanan mıydı bilemedi. Adelyta oldu sonra. Tehlikenin, tehlikeli olmanın, gözü karalığın ve insanları aşağılamanın sınırlarını zorladı. Cilla oldu ve tek sorunu sivilceleri olan yaşayamadığı ergenliğini yaşamak istedi. Hiç birinde huzuru bulamadı ve karakter arayışı hep devam etti. Yunna oldu en son. Amacı huzurlu bir ev kızı olmaktı. Tek sorununun akşam yemeğinde ne pişireceğini düşünmek olmasını diledi ama hiç umduğu gibi gitmedi. Chet'in hain planlarından birisinin içerisinde buldu kendisini. Zaten yarım olan hafızasıyla sorunlu bir aile yapısının içerisine giriverdi. Oysaki huzuru bulacağına inanmıştı. Ama olmadı..  Boş bir sokakta, bir kaldırımın üzerinde bir kabustan uyanırken buluverdi kendini ve her uyanışında yanı başında olmaktan, onu bulmaktan ve aramaktan vazgeçmeyen Rhett'i..

   "Kim olmak istiyorsun söylesene!! Bu kadarı fazla artık! Seç yada yüzleş kendinle.." diye mırıldanıyordu Lexi...





    Kestane Fiyonk: Umarım hikayemi beğenirsiniz arkadaşlar. Biraz bekletmiş olsam da ilk hikaye deneyimim olduğu için hatalarım olduysa affola. Sıradaki arkadaşımız random.org aracılığıyla yapılan çekilişle KAĞIT SALINCAK olarak belirlenmiştir. Umarım keyifle okumuş ve beğenmişsinizdir. Sıradaki arkadaşa başarılar dilerim. Ben sıramı atlattım. Hadi kolay gelsin :)